Cevşen, Farsça kökenli bir kelime olup, “bir tür zırh, savaş elbisesi” manasına gelmektedir. Terim manası Şii kaynaklarında Ehl-i Beyt tarikiyle Hz. Peygambere isnat edilip, Cevşen-i Kebir ve Cevşen-i Sagir olarak bilinen, metinleri birbirinden farklı iki duâyı ifade eder. Ancak Cevşen-i Kebir daha meşhurdur ve “Cevşen” denilince ilk akla gelen Cevşen-i Kebir’dir. Cevşen-i Kebir Musa el-Kazım-Cafer es-Sadık-Muhammed el-Bakır-Zeynelabidin-Hz. Hüseyin ve Hz. Ali tarikiyle Hz. Peygamber’e isnat edilir.

 

Cevşen, her şeyden önce bir duâdır. Bu duâ Hz. Peygamberden günümüze kadar ulaşmıştır. Bu özelliği ona, özel bir anlam katar: duâ-i Nebevi. Cevşen’in hangi amaç ve maksatla okunması gerektiği hakkında bazı tespitler yapabilmek için, öncelikle duânın ne manaya geldiği, insanın niçin duâya ihtiyacı olduğu ve insana, “duânız olmasaydı ne ehemmiyetiniz vardı” (Furkan Suresi; 77.) denilmesinde ki sırrı belirlemek gerekmektedir.

 

Esmâü’l-Hüsna’nın değişik şekillerde adeta bir kanaviçe gibi örgülenmesinden ibaret olan Cevşen duası, metin olarak Kur’an’da yer alan Esmâü’l-Hüsna kalıplarına en yakın dua olma özelliğini taşır. Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de, “Esmâü’l-Hüsna (güzel isimler) Allah’a aittir. O halde O’na onlarla dua edin” buyurarak, en makbul duanın Esmâü-l Hüsna ile yapılan dua olduğunu ifade buyuruyor. “Cevşen”, bir duadır.

 

Dua ise kulluğun özü ve imanın en halis bir neticesidir. Dua, kulu Allah’a yaklaştıran en kısa bir yoldur. Bediüzzaman, “Dua bir ubudiyet (kulluk)tur, semeratı uhreviyedir” der. Yani duanın asıl sonuçları ahrette ortaya çıkacaktır. Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de, “Esmâü’l-Hüsna (güzel isimler) Allah’a aittir. O halde O’na onlarla dua edin” buyurarak, en makbul duanın Esmâü’l-Hüsna ile yapılan dua olduğunu ifade buyuruyor ve özellikle bizi Esmâü’l-Hüsna ile dua etmeğe davet ediyor. İşte Cevşen’in makbuliyeti, Cenab-ı Hakk’ın bin bir isminden örülmüş ve içinde bin hasiyeti taşıyan bir sırlar hazinesi olmasındandır. “Zırh ve bir tür savaş elbisesi” manasına gelen Cevşen’in aslı, rivayete göre Uhud Savaşı’na dayanır.

 

Savaşın en kızgın anında, giydiği zırh, Efendimiz’i oldukça sıkıp rahatsız ederken, Efendimiz ellerini açıp Cenab-ı Hakk’a dua eder. Bunun üzerine gök kapıları açılır ve Cebrail (as) gelerek, “Ya Muhammed! Rabb’in sana selam ediyor ve üzerindeki zırhı çıkarıp bu duayı okumanı istiyor. Bu dua hem sana, hem ümmetine zırhtan daha sağlam bir emniyet sağlayacak!” diye bu duayı tebliğ eder.

 

Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nin “Cevşen” maddesinde şu bilgilere yer verilmektedir: “Cevşenü’l-Kebîr, her biri Allah’ın isim ve sıfatlarından on tanesini ihtivâ eden yüz bölümden ibaret uzunca bir duadır.

 

Her bölümün sonunda “Sübhâneke yâ lâ ilâhe illâ ente’l-emâne’l-emân hallisnâ/ecirnâ/neccinâ mine’n-nâr” (Sübhânsın yâ Rab! Sen’den başka yoktur ilâh! Emân diliyoruz Sen’den, koru bizi Cehennem’den!) ibaresi tekrarlanmaktadır. Bu yüz bölümden yirmi beşinin başında “ve es’elüke bi-esmâik” ibaresi bulunmakta ve “yâ Allah, yâ Rahmân, yâ Rahîm” şeklinde Allah’a ait isimleri ihtiva etmektedir. Bu ifade ile başlayan her bölüm arasında ise genellikle üç paragraf hâlinde “Yâ hayra’l-Gâfirîn” ibaresiyle başlayıp devam eden değişik münacatlar şeklinde dualar yer alır.

 

Böylece duanın tamamı Allah’a ait iki yüz elli isim ile yedi yüz elli sıfat ve münacatı kapsamış olur. Bütün bu münacatların ana gayesi, duanın muhtevasından ve her faslın sonunda tekrarlanan “el-Emân el-Emân hallisnâ mine’n-nâr” ifadesinden de anlaşılacağı gibi, dünya afetlerinden ve ahret azabından kurtuluş niyaz edilmektedir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir