Avcı, balıkçı, çiftçi gibi, geçimlerinin topraktan ya da denizden sağlayan bütün insanlar, hava, yıldızlar ve mevsimlere ilişkin bir şeyler bilmek zorundadır. Her çeşit üretim çabası, doğrudan doğruya doğa tarafından yürütülür ve bunlarla uğraşan insanlar, bu gerçekleri bilir. Kuzey Amerika Kızılderilileri’nin büyük törenleri, mevsimden mevsime yapılır. Bazı törenler, mevsim dönenceleri ve gece-gündüz eşitliği temeline dayanır. Diğerleri de gökyüzündeki bazı yıldızlar ya da yıldız kümelerine ilişkindir. Bazı nedenlerden dolayı, Kuzey Amerika Kızılderilileri’nin yıldız bilimleri kaybolmuştur.

 

İlk neden, törenler için karar verme yetkisinin yalnızca rahiplerin açıklayabildiği gizli sırlara bağlı kalması ve rahiplerin de bu sırları,yalnızca kendilerinden sonra rahip olmak üzere yetiştirdikleri kimselere söylemesidir. İkinci neden, Kızılderilililer’in bildiği bir çok burç ve takım yıldızının Avrupa bilgilerinde karşılığının bulunmamasıdır. Üçüncü neden de, Kızılderilileri inceleyip bilgi derleyen kimselerden birçoğunun, kendi kültürlerinin astronomisine ilişkin hiçbir şey bilmeyen, şehirli sade vatandaş olmalarıdır.

 

Muskuakiler (Sarı toprak insanları), ya da Tilkiler, kendileriyle birlikte olan Saukalarla (Kızıl toprak insanları) birlikte Avrupalılar’ın akınları ve Irokian saldırıları sonucunda daha batıya doğru sürülen ve Algonkian  dilini konuşan Kızılderili toplulukları arasındaydılar. Verimliliği ve nehirlere yakin olması nedeniyle seçtikleri asıl topraklarında Tilkiler, kemerli, hasır kaplı çadırlardan ve yazları kullanmak üzere, etrafı mısır tarlalarıyla çevrili, ağaç kabuklarından yapılmış evlerinden oluşan bir köy kurdular.

 

Mısır ektikleri tepelerin arasına fasulye ve kabak ektiler ve hasat ettikleri ürünleri kurutup kışın kullanmak üzere depoladılar. Başka kabilelerde, özellikle Algoniakan Dili’ni konuşan diğer gruplarda da bu ayıya ve onu avlamaya çalışan avcılara ilişkin, benzer öyküler bulunmaktadır. Bu öykü, “Derler ki, bir zamanlar…” gibi başlayan kalıplaşmış öykü açılışlarının güzel bir örneğidir. Böyle bir başlangıç, anlatılacak olan öykünün içinde, öyküyü anlatan kimsenin kişisel gözlem ve deneyimlerinin bulunmadığı, belirtilmektedir. Bu öyküde, küçük öykülerden daha çok, büyük destanlarda daha sık kullanan kalıplaşmış öykü kapanışlarının da iyi bir örneği bulunmaktadır. Aşağıda sizlere sunacağım öykü,daha uzun ve büyük bir gerçek oluşum öyküsünün,belki de yalnızca bir parçasıdır ve asil uzun öykünün diğer parçaları kaybolmuş olabilir.

 

Derler ki, bir zamanlar, çok eskiden, kışın ilk aylarıymış. Bir gece önce kar yağmış ve bu ilk kar, ertesi gün, yerde öylece taptaze duruyormuş. Günün ilk ışıklarıyla birlikte, sabahleyin erkenden üç delikanlı, avlanmaya çıkmışlar. Delikanlılardan biri, adı “Sıkı Tut” olan köpeğini yanına almış. Nehir boyunca dolaşıp küçük koruluklara girmişler ve sonra fundalık, çalılık ve ağaçların daha bodur; ama kalın olduğu bir tepenin yamacına gelmişler. Burada çalılıkların arasında dolaşırken genç avcılar, bir iz bulmuşlar ve bu izi takip etmeye başlamışlar. İzler, onları tepenin yamacındaki bir mağaraya götürmüş. Böylece bir ayı ini bulmuşlar.

 

“Hangimiz içeri girsin de ayıyı sürüp dışarı çıkarsın?” diye birbirlerine sormuşlar genç avcılar. Sonunda en büyükleri,”Ben girerim” demiş, dizlerinin üzerinde emekleyerek ayinin inine girmiş ve ayıyı sürüp dışarı çıkarmak için yayıyla onu dürtmeye başlamış. Bir süre sonra mağaradaki genç, arkadaşlarına “Geliyor! Geliyor!” diye seslenmiş. Ayı, kendisini zorlayan avcıdan kurtulmuş ve kendisini mağaranın dışına atmış. Avcılar da onun peşinden gitmişler. “Bakın!”diye bağırmış en gençleri. “Bakın, ne kadar da hızlı gidiyor. Kuzeye doğru, soğukların geldiği yerlere gidiyor.” Genç avcı, ayıyı çevirip diğerlerine doğru sürmek için hayvanin peşimden koşup uzaklaşmış. Ortanca avcı, “Dikkat!” diye bağırmış. “İste geliyor! Doğuya, öğle zamanının geldiği yere doğru gidiyor. Koşun kardeşler. Gittiği yer işte orası.”

 

O ve küçük köpeği de, ayıyı geri çevirmek için olanca hızlarıyla batıya doğru koşmuşlar. Genç avcılar ayıyı kovalarken en büyükleri, eğilip söyle bir bakınmış. “Oooo!”diye haykırmış. “Altımızda Yeryüzü Büyükannemiz var. Bu ayı, bizi gökyüzüne doğru götürüyor. Haydi kardeşler, çok geç olmadan geri dönelim.” Ama artık çok geç olmuş. Gökyüzü ayısı, onları çok, çok yükseklere götürmüş. Sonunda avcılar, ayıyı yakalayıp öldürmüşler. Akçaağaç ve somak dallarını üst üste yığmış ve bu dal yığınının üstünde de ayıyı parçalara ayırmışlar. Akçaagaç ve somakan sonbaharda kan kırmızısına dönüşmesi iste bu nedenledir. Daha sonra avcılar ayağa kalkıp hep birlikte ayinin başını doğu yönüne atmışlar.

 

Simdi, kışın, sabahleyin erkenden, tanyeri ağarmadan az önce ufkun hemen altından ayı başını andıran bir takımyıldızı kümesi belirir. Daha sonra da avcılar, ayının omurga ve belkemiğini uzaklara, kuzey yönüne atmışlar. Kış ortasında, gece yarısı eğer kuzey yönüne bakarsanız, orada yıldızlarla şekillenmiş olarak ayının omurga ve belkemiğini görürsünüz. Yılın herhangi bir zamanında gökyüzüne bakacak olursanız, kare seklini oluşturan dört parlak yıldız ve onların arkasında da üç büyük parlak yıldız ve bir de küçük donuk bir yıldız görürsünüz. Dört yıldızdan oluşan kare, ayı, bunların peşindeki üç yıldız, o üç delikanlı ve belli belirsiz görebildiğiniz o küçük yıldız da “Sıkı Tut” adındaki o küçük köpektir.

 

Bu sekiz yıldız, gökyüzü boyunca bütün sene birlikte dolaşır durur ve öbür yıldızların yaptığı gibi asla dinlenmeye çekilmezler. avcılar, ayıyı yakalayıncaya kadar, kendileri ve küçük köpek, asla durup dinlenmezler. Öykü de burada biter…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir